Mim Kemal Öke
Atatürk’ün doktoru ve yakın arkadaşı olarak bilinen Tıp Doktoru Profesör Mim Kemâl ÖKE’nin torunu, Ali Yılmaz ve Pınar çiftinin oğlu olarak 1955 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. 1980 yılında ‘hayatının mimarı’ olarak tanımladığı Neval -ERTOSUN- ile evlendi. Birkaç yıl sonra oğlu Alihan’ı, daha sonra da Şemsini, kızını -Nazlısını- kucağına aldı; 2009 yılında ise torunu Demirhan Kemâl dünyaya geldi. Halen babalık ve dedelik mesleklerini icra etmeye çalışmakta.
Bir uygarlık tarihi hocası olarak hayat boyu, “Medenîleşmenin neresindeyiz?” diye sorguladı ve sorgulamakta. Medenîleşmenin kıstasının engellilere bakış açısında olduğunu düşünmekte. İnsanın medenîliğinin ancak gönlü ile ölçülebileceğine ve insanın kalite belgesinin gönlü olduğuna inanmaktadır!
Bu düşüncenin bir tezahürü olarak; engellilere yönelik hizmet etmek maksadıyla hipoterapi, ritim ve dans eğitimleri aldı. Gönüllülük esası çerçevesinde down sendromlu çocuk ve yetişkinlere ritim ve dans terapi dersleri yapmakta. Mutluluğun formülünü arayanlara ise şöyle cevap vermekte: “Mutluluğun formülü, mutlu etmektir. Sizler de mutlu olmak istiyorsanız hizmet kervanına katılın a canlar!”
Dervişlik nedir diye soranlara ise şöyle cevap vermekte: “Hz. Mevlânâmız ve Şems-i Tebrîzî Hazretlerimiz bir gün dergâhtayken, dergâhın dışından bazı kimseler dergâha müracaat etmiş ve bir şeyh istemişler. Mübarekler de, aralarından bir müridi şeyh olarak göndermişler. Sonra Hz. Şems ve Hz. Mevlânâmız birbirlerine dönerek şöyle demişler: “İyi ki şeyh istediler, derviş isteselerdi ya sen ya da ben gitmek zorunda kalacaktık!”
Tasavvufun ne olduğunu anlamak isteyenlere ise, “Tek kıstas olarak, Mi’rac hadisesine bakmak yeterlidir,” demektedir. Tasavvufun, baştan sona irfan ile hizmet etmek olduğunu, Hakk’ın insanlardan beklentisinin bu olduğunu vurgulamaktadır! “Herkes mutasavvıf olabilir fakat herkes sûfî olamaz. Sûfîlik, başka bir deyişle dervişlik, yan gelip yatma yeri değildir, hizmet yeridir!” diye de eklemektedir.
Meselenin şeyh olup el etek öptürmek olmadığını, derviş olup irfan ile hizmet edebilmek olduğunu anlatmaktadır!
Biricik kızı Nazlı’nın, Şemsi olduğunu ifade etmekte; her kulun, mi’racı için bir Şems’e, aydınlatıcıya ihtiyacı olduğunu vurgulamaktadır. “Hayattaki varlık nedeninizi, kim olduğunuzu, sizden beklenilenin ne olduğunu hakkıyla öğrenmenize kim vesile oluyorsa o sizin Şemsinizdir,” demektedir. Peygamberimizin-sav-, “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar,” hadis-i şerîfi uyarınca âdeta Nazlı’nın kendisinin uyanışına vesile olduğuna inanmakta ve bunu ifade etmektedir.
Nazlı ile hikmeti, hikmet ile hakikati bulduğunu, hikmetin ise hizmet ile bulunabileceğini; insan, ne kadar hizmet ederse gönlüne o kadar hikmet akıtılacağını, o gönle ne kadar hikmet verilirse o kadar hakikate vasıl olunacağını söylemektedir.
Kendisini hayat boyu bir öğrenci olarak tanımlayan ÖKE, kendini bildi bileli okur-yazar olduğunu; biz insanların birer öğrenci, Rabbimizin de bizim mürebbimiz, öğreticimiz olduğunu aktarmaktadır.
Akademisyenliğin, öğrencinin içindeki cevheri açığa çıkarmak ve işlemek olduğuna inanmakta, üniversiteyi ikinci evi olarak tanımlamaktadır.